DUYURU!


Merhaba Değerli Arkadaşlar,
İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki (26 Aralık 2012) konuğu İstanbul Şehir Üniversitesi İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi İşletme Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Mustafa ÖZEL'dir.

Konferansın konusu "İslam, İktisat ve Kapitalizm" olarak belirlenmiştir.
Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar http://www.sehir.edu.tr/Pages/Akademik/AkademikKadro.aspx?akademid=69 uzantılı linki tıklayabilirler.

DUYURU!

Bu dersi alttan alan veya dersleri çakıştığı halde daha önceki iki hafta yapmış olduğumuz vize sınavlarına her ne surette olursa olsun giremeyen arkadaşlar için 16 Aralık 2012 Pazar günü saat 13:00'da sonkez vize sınavı yapılacaktır. İlgili arkadaşların belirtilen günde Rektörlükteki Büyük Konferans Salonunda toplanmaları gerekmektedir. Vize, okuma metinlerinin ilk iki makalesi esas alınarak yapılacaktır. Görüşmek üzere...

DUYURU!

Merhaba Arkadaşlar,
İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki (19 Aralık 2012) konuğu Celal Bayar Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selim UZUNOĞLU'dur.  
Konferansın Konusu "İnsanın Çok Boyutlu Yapısının Sağlıkla İlişkisi" olarak belirlenmiştir. Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar http://www2.bayar.edu.tr/biyoloji/suzunoglu.htm uzantılı linki tıklayabilirler.

DUYURU!


Merhaba Değerli Arkadaşlar,
Bu haftaki (12 Aralık 2012 Çarşamba) dersimizin/konferansın konusu
"Rönesans Sonrası İnsan Modeli Olarak Birey" 
Bu önemli konuyu ele alacak hocamız ise,
değerli  Araştırmacı/Yazar Sosyolog Abdurrahman ARSLAN'dır. 

DUYURU!

Bu dersi alttan alan veya dersleri çakıştığı halde 02 Aralık 2012 Cumartesi yapılan vize sınavına giremeyen arkadaşlar için 08 Aralık Cumartesi günü saat 13:30'da sınav yapılacaktır. İlgili arkadaşların belirtilen günde Rektörlükteki Büyük Konferans Salonunda toplanmaları gerekmektedir. Vize, okuma metinlerinin ilk iki makalesi esas alınarak yapılacaktır. Görüşmek üzere...

DUYURU!


Merhaba Değerli Arkadaşlar,
Bu haftaki dersimizde (05 Aralık 2012 Çarşamba), İnönü Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Selahaddin BAKAN.
Konferasın konusu,
"Değişen Dünyada Ulus Devletlerin Geleceği: Egemenlik Öteleniyor mu, Örseleniryor mu? Avrupa Birliği Türkiye Ekseninde Bir Analiz"
olarak belirlenmiştir. Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar
http://iys.inonu.edu.tr/index.php?web=kyonetimi&mw=2448 uzantılı linki tıklayabilirler.

Bir Zamanlar Anadoluda

Derste, Nuri Bilge CEYLAN’ın senaryosunu yazdığı, başrollerini Muhammet UZUNER, Yılmaz ERDOĞAN ve Taner BİRSEL’in paylaştığı, bir doktor ile cinayet soruşturmasını yürüten bir savcının 12 saatlik gerilimli hikâyesinin konu alındığı BİR ZAMANLARA ANADOLUDA adlı filmden kesitler izlenerek içerik çözümlemesi yapıldı. Mimar & Grafik tasarımcısı Salih PULCU, filmin içerik çözümlemesine girmeden önce kısaca Nuri Bilge CEYLAN’ın filmlerinde işlemiş olduğu temalardan bahsetti. Konuşmasında özet olarak şunlardan bahsetti:
Nuri Bilge CEYLAN, bütün filmlerinde etik meselesine odaklanır fakat filmlerinde etik değerden bahsetmez. O, çekmiş olduğu filmlerinin senaryosunu kaleme alırken değerin olmadığı bir dünya bize nasıl bir hayat sunar gerçeğinden hareket eder. Bu filmde bunu iki şey üzerinden yapıyor: İlk olarak otomobil farları üzerinden görsel denetimimizi eline alıyor. Çünkü karanlık bütün varlıkları eşitliyor. İkinci olarak, oda hiyerarşisi üzerinden bir iktidar çözümlemesi yaparak bize yaşamsal düzlemde bir rol göstermeye çalışıyor. Hayat, ast-üst ilişkisini temel alan bir hiyerarşi üzerine kuruludur. Filmde bunu otomobilde giderken arkadaki komiserle polis arasındaki cereyan eden manda yoğurdu sohbetinden hareketle açıklıyor.
CEYLAN, diğer filmlerinde olduğu gibi bu filmde de etik üzerinde duruyor. Değerden yoksun bir etiğin nihilist bir etiğe dönüşeceğine işaret ederek bizlere değerin olmadığı nihilist bir dünyanın kapılarını açıyor ve mutlak bir etik değere sahip olmamız gerektiğini söylüyor.
PULCU’nun önemle üzerinde durduğu sahnelerden biri de otopsi sahnesiydi. Doktor Cemal ilk etapta, kentli biri olarak, bütün olup bitenlerin dışında bir anlamda idealist bir mantıkla polis memurlarının ve otopsi teknisyenlerinin söylemlerine kulak asmadan olayı aydınlatmak için işini meslek etiğine uygun bir şekilde yapmaya çalışırken yüzüne bir damla kanın sıçramasıyla nasıl kanlı oyunun bir parçası haline geldiğinin altını çizdi. Doktor, sekretere, otopsi sonucunu daktilo ettirirken, maktulün ciğerlerinden çıkan toprağa aldırış etmeyerek gerçek ölüm nedenini gizlemeye, artık bir şeyleri açıklığa kavuşturmaya değil örtmeye başlayarak nasıl iktidar oyununa dâhil olduğuna işaret etti.











DUYURU!


Merhaba Değerli Arkadaşlar,

Bu haftaki dersimizde (28 Kasım 2012 Çarşamba), Küre Yayınları Editörlerinden Mimar ve Grafik Tasarımcısı Salih PULCU hocayla birlikte BİR ZAMANLAR ANADOLUDA isimli filmin içerik çözümlemesini yapacağız.

Filmin izlenerek derse gelinmesi önemle rica olunur.

DUYURU!


Bu dersi alttan alan veya dersleri çakıştığı için devam edemeyen arkadaşlar için daha önceki haftalarda diğer derslerde olduğu gibi klasik usül vize ve final sınavı yapılacağını belirtmiştik. Bu dersi alttan alan veya dersi çakıştığı için devam edemeyen arkadaşların 02 Aralık 2012 Pazar Günü Saat 13: 30'da Rektörlükteki Büyük Konferans Salonunda toplanmaları gerekmektedir. Vize, okuma metinlerinin ilk iki makalesi esas alınarak yapılacaktır. Görüşmek üzere...

İbrahîmî Dinlerde Kutsal Metinleri Anlama Metodolojileri ve Aşırı Yorum Temâyülleri: Yahudîlik ve İslam Özelinde

Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK İbrahimî Dinlerde Kutsal Metinleri Anlama Metodolojileri ve Aşırı Yorum Temâyülleri: Yahudîlik ve İslam Özelindetemalı konuşmasında kutsal metinlerin yorumlanmasında aşırılık temayüllerine dikkat çekti. TOPRAK, konuşmasına kutsal metnin tanrıyla ilgili ya da tanrı kaynaklı bir metin olduğuna işaret ederek başladı. Klasik İslami kaynaklarda kutsal metin yerine nass tabirinin kullanıldığına işaret ederek, islami anlamda kutsal metin tabirinin modern zamanlarda kullanılmaya başlandığını belirtti. İslamda nass ya da kutsal metin denildiğinde Kur’ân ve Hadis’in akla geldiğini fakat bazıekollerin sadece Kur’an metinlerinin kutsal olduğunu ileri sürerken bazılarıHadisi de Kur’ân’ı açıklayıcı gördüklerinden bir nass olarak kabul ettiklerine işaret etti.
TOPRAK, konuşmasında Tanrı kelamı üzerinde konuşmanın bir sorunsal olduğunu belirtti. Çünkü insan kutsal metni yorumlayarak kendisine ait kıldığından nesnel olmasıgereken metni öznel hale getirmektedir. Burada, yaşam tecrübelerimizin farklılığı, rasyonelleştirme, mobilizasyon gibi bir dizi faktör eşzamanlıolarak devreye girmektedir. Metin güncel olduğundan kişi onu yaşayarak anlamak zorundadır. Yaşam pratikleri kişiyi buna zorlamakta olduğuna işaret ederek Yahudîlik ve İslam Özelindekutsal metinleri yorumlama süreçlerinden bahsetti. Yahudilikte kutsal metinleri yorumlamanın çok sayıda yolu olduğuna işaret ederek Pardes, Laşon Gematriya ve Laşon Notarikon metotları üzerinde durdu. Buna göre;
Pardes: Pardes( פַּרְדֵ״ס ), PaRDeS kelimesi Kutsal Kitap Tefsirine dâir dört türü kodlamak ve hatırlatma amacıyla kısaltılarak kullanılan bir tabirdir. Bu metot kendi içerisinde;
Peşat: lafzî/literal anlamı yani basit olan mana;
Remez: Îşârî, remzen işâret edilen gematriya גימטרייהve notarikon נוֹטָרִיקוֹן gibi kapalı telmihlerle yapılan yorumları;
Deraş:Tanah’ıagada vb. vaaz nevinden örnekler vererek yorumlama ( בֵאוּר פְסוּקֵי הַּמִּקְרָא לֹא לְפִּי הוֹרָאָתָם הַּפְשׁוּטָה, אֶלָא בְדֶרֶךְ שֶׁל הַּרְחָבָה וְתוֹסֶפֶת, פִּלְפוּל אוֹ אַּגָדָה,לְשֵׁם הַּבְלָטַּת רַּעֲיוֹן,אִּמְרָה מוּסָרִּית אוֹ גַּם הֲלָכָה שֶׁאֵינָהּ מְפרֶֹשֶׁת ]להבדיל מן פְשָׁט[:"עַּל הַּתַּלְמוּד וְעַּל הַּדְרָשׁ" )מסכת סופרים סוף יט(. "וְכָל הַּמוֹסִּיף וּמַּאֲרִּיךְ בִּדְרַּשׁ פָרָשָׁה זוֹ הֲרֵי זֶה מְשֻׁׁבָח"( )רמב"ם, חמץ ומצה( ); ve
Sod: gizem, sır ve esoterik yorumlarla yapılan tefsirleri içermektedir.
Laşon Gematriya: 32 yorum kuralının içerisinde yer alan Gematriya (גימטריה ) , Kabalacıların İbranice harflerin sayı değerlerini esas alarak, bu sayıların kabalistik sistemle yorumlanması sonucu ortaya koydukları mistik-îşârî-bâtınî yorumlamalarla oluşan‘agadik-midraş’ olarak isimlendirilebilecek sistemdir. Gematriya’da esas olan sayısal değerleri birbiriyle denkleşen sözcük gruplarının, birbirlerinin yerlerine kullanılarak farklı anlamların ortaya çıkarılması sağlanır. Harflerin sayılara işâret ederek kullanılması âdeti Babilliler ve Greklilere kadar uzanır. Gematriya ilk defa Sargon II (M.Ö. 727-707)’a âit bir yazıtta karşımıza çıkar. Sargon II, Horsabad, surlarınıadının sayısal değerine tekabül eden 16,283 zirâ’ uzunluğunda inşâ ettirerek Gematriyayı ilk defa mimarî bir eserin inşâ kitâbesinde kullanmıştır.
Laşon Notarikon:Notarikon, birkaç kelimenin başharflerinin ‘Raşe Tevot’ [ ראשי תיבות ]ve son harflerinin ‘Sofe Tevot’ [ סופי תיבות ]yahut ilk hecelerinin kısaltılarak yazılmasıyla oluşturulan bir yorumlama sistemidir. Bu metot, Kabalacılar tarafından Kutsal Kitap’taki kelime ve cümleleri sırf belirli bir kesimin anlayacağı ve onlara hitap edecek tarzda özel, anlaşılmasıgüç, giz[em]li bir usûlle yeniden tanzîm ederek derin-ruhânî bir mânânın çıkarılması amacıyla kullanılmaktadır. Bu aynı zamanda antik zamanlarda kullanılan Gematriya, Temurah, Notarikon gibi üç yorumlama tekniğinden biridir.
TOPRAK,İslamiyette kutsal metinleri yorumlama metodolojileri bağlamında;
1. Rivâyete Dayalı Yorumlama: Aktarım
2. Dirâyete Dayalı Yorumlama: Akıl+Nakl
3. Rey’e Dayalı Yorumlama: Akl
4.İşârî/Tasavvufî Yorumlama: Batıni olmak üzere dört çeşit yorumlama türünden bahsetti.
Görüş ve bakış açılarına, inançlarına göre geliştirilen yorumlama modelleri bağlamında Kuranın farklı şekillerde tefsir edildiğine işaret ederek bu bağlamda yapılan tefsirlerin;
1. Mezhebsel Tefsirler
2.İlhâdî/Sapkın Tefsirler
3. Bilimsel Tefsirler
4. Sosyal-Edebî Tesfirler olarak gruplandırılabileceğini belirtti.
Kuranın aşırıyorumlanmasına örnek olmasıaçısından İsmailiye Fırkasının Bakara suresinin 43’ncü ayetine işaret etti: Buna göre; “Yüce Allah Kur'ân'da "..Namazı tam kılın, zekâtı verin.." buyurmaktadır. Zekât yılda bir kere farzdır. Namazın da böyle olması icâb eder. Kim ki O'nu yılda bir kere kılarsa emrolunanı edâ etmiş olur. Bir de bunların bâtınî mânâları vardır ki, onlarıpek az kimseler bilebilir.”
Yahudilikte aşırı yorumlara bazı örnekler vermek gerekirse; günah işlemekle boyun kısalmasıarasında bir ilişki kurulması, etin bozulmasıyla ihanet arasında ilişki kurulması gibi Tevrat ve onun şerhi Talmud’ta çok sayıda aşırı yorum örneklerine rastlarız. Bizler Kuran metinlerine baktığımızda da bazı aşırıyorum temayüllerini görebiliriz. Örneğin; Ebced hesabı kullanılmak suretiyle aya ilk çıkış tarihinin hesaplanmasının, Kuran’da insan kelimesinin 65 yerde geçtiğinden hareketle yaratılış safhalarının 65’e tekabül ettiğinin ileri sürülmesi gibi soyutlamaların ya da çıkarımların aşırı yorum kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine işaret etti.
TOPRAK,İslamiyet’te yorumlamada aşırılık temayüllerine örnek olarak İşari Yorumlama Metoduyla Aşırı-Yorum Örneklerinden de bahsetti. Bu kapsamda Said-i Nursi’nin, Birinci Şua 69’ncu sayfadaki“Sikke-i Tasdik-i Gaybi” temalımetninde sıkça geçen ve Risâle-i Nûrlara işaret ettiği söylenen “risale-i nurun makbuliyeti, Hazreti Ali, Gavs-ı Azam, söz sahibi Kuran, risale-i nurun hakiki bir tefsiri, alemi gaybın tercümanı, Kuran’ın bahir bir burhanı ve kuvvetli bir tefsiri, tercüme-i manevi, Kuran izin verir, benim gibi bir tercüman, otuz üç ayet müttefika risale-i nuru” gibi kalıp-ifadelerin de aşırı yorum bağlamında ele alınabileceğini belirtti. TOPRAK’a göre; bu örnekler Risale-i Nur’a Tanrı tarafından işaret edildiğine ebced ve cifr yöntemleriyle karşılık geldiği şeklindeki yorumlamanın da bu anlamda aşırıyorum kapsamında değerlendirilebilir.
İbrahimî dinlerde aşırı yorum temayülleri sadece Yahudilik ve İslam’la sınırlı kalmayıp, Hristiyanlık bağlamında da oldukça aşırı yorumlara rastlamak mümkündür. Hz.İsa’nın mucizeleri, tabiatı,tanrılığı vs. türünden tartışmalarda getirilen metinler ve onlara dair yorumlamalar bunu göstermektedir.








 

DUYURU!


Merhaba Arkadaşlar,
İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki (21 Kasım 2012) Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Süryani Dili ve Kültürü Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Sait TOPRAK'tır.
 
Konferansın Konusu "İbrahîmî Dinlerde Kutsal Metinleri Anlama Metodolojileri ve Aşırı Yorum Temâyülleri: Yahudilik ve İslamiyet Özelinde" olarak belirlenmiştir. Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar http://tyde.artuklu.edu.tr/akademik-kadro/uzantılı linki tıklayabilirler.


Yanlış Hayat Doğru Yaşanabilir mi? Theodor W. Adorno’nun Negatif Ahlak Felsefesi Üzerine Bir Sorunlaştırma

 

Doç. Dr. Ali UTKU, “Yanlış Hayat Doğru Yaşanabilir mi? Theodor W. Adorno’nun Negatif Ahlak Felsefesi Üzerine Bir Sorunlaştırma” temalı konuşmasında sosyal teori ve sanat alanlarına önemli katkılarda bulunan 20’nci yüzyılın önemli proto-postmodernist düşünürlerinden Theodor W. Adorno’nun “Negatif Ahlak Felsefesi “üzerinde durdu. UTKU, konuşmasında özet olarak şunlardan bahsetti: Adorno’nun eserlerinin genelinde ahlak önemli bir problem olarak görülmekte olup negatif ahlak felsefesine dikkat çekmektedir. Yüzyılımızın filozoflarının temel karakteristiklerinden biri klasik felsefe teorileriyle şiddetli bir hesaplaşmaya yönelmiş olmalarıdır.
Negatif teorilerin esasını yaşamımızda temel yapıları geçersiz kılmak oluşturmaktadır.  Bu düşünceden hareketle Adorno kanonik bir ahlak öğretisi sunmak yerine klasik ahlak ilkelerini çok şiddetli bir eleştiriye tabi tutmaktadır. Kant’ın teorik felsefesini ve ahlak felsefesini çok şiddetli bir eleştiriye tabi tutan Adorno, eleştirel formu kendi dünyamıza ve kültürümüze yaklaştırmayı deneyerek bir perspektif açmaya çalışmaktadır. Onun negatif ahlak felsefesinde önemle üzerinde durduğu olgulardan biri ahlaki “fail” ya da ahlaki “özne”dir. O, bununla hem eylemlerde bulunan hem de kendi eylemleri üzerinde refleksiyonlarda bulunmayı kastetmektedir. Diğer bir ifadeyle ahlaki fail, eylemlerini gerçekleştirirken özgürlüğümüzün mahiyeti üzerinde düşünerek eylemlerinin bütünsel sorumluluğunu üzerine almaktadır. Bu açıdan düşünüldüğünde her ahlaki fail kendi çapında sınırlı bir ahlak filozofu sayılabilir.
Adorno, modern dünya hakkında oldukça kötümser bir bakış açısına sahiptir. O, geç kapitalist dünyada hiçbir şeyin iyi olmadığını düşünerek kuramını araçsal akıl nosyonu ve modernite eleştirisi üzerinden temellendirmekte ve araçsal aklı yaşamımızda açtığı tahribat açısından ele almaktadır. Burjuva kapitalizminin önceliklerine göre tasarlanmış dünyada “otonomi” araçsal akıl tarafından ortadan kaldırılmıştır. İnsan, modernitenin bürokratikleşme ve her şeyi metalaştırmasına karşı araçsal akılla mücadele etmektedir.
Adorno, günümüzde ahlak felsefesinin mümkün olup olmadığını tartışmaya açmaktadır. Araçsal akıl tarafından hayat, o kadar çarpıtılmıştır ki artık gerçek hayat yaşanamaz. Gerçek hayatın yaşanamadığı bir dünyada hiçbir şey doğru yapılamaz. Toplumsal dünya az ya da kısmi değil radikal biçimde kötüdür. Özne, bilerek veya örtük bir biçimde kötülüğe alet edilmiştir. Dolayısıyla eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağı gibi yanlış bir hayatta doğru bir yaşam sürmenin imkânı yoktur. Ancak olsa olsa hayatı idame ettirebilmenin değişik yolları vardır. Bizler, ideolojilerin ağına yakalanmış durumda olduğumuzdan ancak yanlış yaşamdan kaçmayı deneyimleyebiliriz.
Adorno, modern yaşamın bizi birbirinden ilginç çok sayıda çatışkı durumuyla karşı karşıya getirdiğini ileri sürerek klasik ahlak öğretilerini çok şiddetli bir şekilde eleştiriye tabi tutar. Kanonik ahlak öğretilerini merhameti yüceltme üzerinden adaletsizlikleri hafifleterek statükonun devamını sağlamada bir araç olarak işlev gördüğünü ileri sürmektedir. Kendisi mutlak anlamda merhameti reddetmemekle birlikte iyilik yaparken kötülüğe bulaşma ve kirlenme üzerinde durmaktadır. Kişi merhamet ederek kötünün/kötülüğün devam etmesine katkıda bulunmaktadır. Merhamet burjuva kapitalizminin üretmiş olduğu eşitsizliklerin devamını sağlamaya hizmet eden bir araştır. Örneğin; merhamet duygusundan hareketle birine yardım eden kişi, egosunu tatmin etmektedir. Nietzsche bu merhamete kesinlikle karşı çıkmaktadır. Çünkü bu mevcut kötü durumun sahiplenilmesine katkıda bulunmaktadır. Bizden sadaka talep edene birine cepteki bir lirayı vermekle bankadaki milyonları korumuş ya da sigortalamış oluruz.
Adorno, toplumsal dünyanın radikal bir şekilde kötü olduğu düşüncesinden hareketle bilinç ve yabancılaşma arasında bilinenin aksine ters bir orantı olduğunun altını çizmektedir. Araçsal rasyonalitenin kurumsallaşması ve toplumsal dünyanın rasyonalitenin ilklerine göre biçimlendirilmesi insanı kendisine, topluma ve doğaya karşı yabancılaştırmaktadır. Ona göre; bilmek yabancılaşmaktır, bilinç seviyesi yükseldikçe yabancılaşma da artmaktadır. Hâlbuki ki Bacona göre bilmek egemen olmaktır. Bu ona karşı bir eleştiridir.
Adorno, toplumsal dünya radikal biçimde kötü olduğunu ve iyi kavramının pozitif olarak düşünülemeyeceğinden hareketle kuramını temellendirmekte ve kendi negatif ahlak teolojisine bir açılım sağlamaktadır. Çünkü biz, olumlu, iyi anlayışına sahip değiliz, barış, mutluluk, ütopya diye bir şey yoktur. İyi düşünülemeyeceği gibi pozitif olarak da kurulamaz.
Kendisi minimalist bir etiğe sahiptir. Onda kanonik bir etik değil direnç etiği (minima moralia) vardır. Diğer bir ifadeyle Sokrates’ten Kant’a kadar bütün filozoflar ne yapmalıyım sorusuna cevap aramışlardır.
Kanonik öğretiler bize cilasız buyruk olarak nitelendirebileceğimiz doğru yaşama ilkeleri sunmaktadır. Bunlar bize yaşamın nasıl doğru yaşanabileceğini söylerlerken Adorno “ne yapmamalıyım” sorusuna cevap aramıştır. Bu bilinenin aksine bir cevaptır. Kantın öğretisinin özünü; eylemde bulunurken sonuçlarını göz önünde bulundurmamak ve “apriori bir ilkeye boyun eğmek oluştururken”, direnç etiğinin esasını; “en azından nasıl kötülüğe bulaşmayabilirim ya da ondan uzak durabilirim oluşturmaktadır.”
Adorno, varolanı eleştirerek bir etik ortaya koymayı denediğinden direnç etiği normatif bir etik değildir. O, klasik ahlak öğretilerinin tersine bunu yaparsan değil de “yapmazsan” üzerinde durmaktadır. Bu minimal etik, kurumsallaşmış kötülükle işbirliği yapmamak veya ondan kaçınmayı içeren değişik stratejilerden oluşmaktadır. Ona göre bize empoze edilen ahlaka karşı çok sayıda direnç noktaları vardır. Radikal kötülüğe bulaşmamak için direnç göstermeliyiz. Kişi alternatif bir iyiyle kötülüğü egale etmeye yönelmesi durumunda bile kötülüğe bulaşmaktadır. Adorno, direnmememiz gerektiğini söylerken özgürlüğe bir alan açmamakta adeta bizi ölümle korkutup hastalığa razı etmektedir.  O, aslında bize direnç noktalarını işaret ederek, “sizi özgür kılmak için tahrik ediyorum demek” istemektedir.
Kısacası, Adorno bize minimalist bir ahlak öğretisi sunmaktadır. Bu onun ahlaka olumsuz bir perspektiften baktığını göstermektedir. Aslında burada bir paradoks durumu dikkati çekmektedir. Minima moralianın mottolarından biri: “Yaşam yaşamıyor”, “yaşam kendini yaşamıyor”, “her şeyin kötü olduğunu ya da en kötünün ne olduğunu bilmek iyi olmalı” gibi ilkeler oluşturmaktadır. Toparlayacak olursak Adorno, kötü ve iyinin çatışıklığından hareketle biz(ler)e bir şeyler söyleyerek yaşamımızda temel yapıları geçersiz kılmak suretiyle negatif teorisine bir açılım sağlamaya çalışmaktadır. Temel yapıların geçersiz kılınması üzerinden toplumu ve toplumsalı yeniden kurmaya çalışmakta ve bizi de buna davet etmektedir. Fakat ahlak, doğası gereği metafizik bir arka plan ister. Adorno, ise bu konuda bize bir şey söylemez. Dolayısıyla onun direnç etiği teorisi mininal düzeyde kalmak durumundadır.
 


 



DUYURU!

Merhaba Arkadaşlar,
İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki konuğu Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali UTKU'dur.
Konferansın Konusu "Yanlış Hayat Doğru Yaşanabilir mi? Theodor W. Adorno'nun Negatif Ahlak Felsefesi Üzerine Bir Sorunlaştırma" olarak belirlenmiştir. Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar http://www.atauni.edu.tr/#personel=ali-utku uzantılı linki tıklayabilirler.

İnsan ve Toplumun Şekillenmesinde Dinin Rolü


Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ, “İnsan ve Toplumun Şekillenmesinde Dinin Rolü” konulu konuşmasına “din kavramıyla neyi kastediyoruz?” ya da “dini nasıl tanımlıyoruz?” gibi bir diziyle soruyla başladığı konuşmasına; insan-din ilişkisi, din-toplum ilişkisi ve gündelik hayatta dinin ne’liği gibi konu başlıkları üzerinden giderek genel olarak din olgusu üzerinde durdu. Konuşmasında özet olarak şunlardan bahsetti: Din, yaşamımızın bir gerçeği olup muhatabı insandır. Geçmişten günümüze din konusunda yapılan tanımlamalarda büyük bir çeşitliliğin olduğu görülmektedir. Bu ağırlıklı olarak kültürel yapılardan ve ideolojik duruşlardan beslenmektedir. Biz, insanların dinden ne anladığı ya da din denildiğinde ne anlaşıldığından hareketle dini tanımlamaya yönelik yapılan çalışmaları; mantıkçı pozitivizme dayalı algılamalar, antropolojik din okumaları (evrimci bir algılayış), kapsayıcı olmayan sınırlı din tanımları gibi üç başlık altında toplayabiliriz. Örneğin; antropolojik anlayış dinin, insan tarafından üretilen, kurgulanan bir anlayış olduğunu ve sürekli değişerek evrildiğini ileri sürerken, pozitivist anlayış, kaygıların mitolojik algılar ürettiğini ve bunun zamanla din anlayışına dönüştüğünü, son merhalede bir süzülmenin yaşandığını, modern dönemde metafiziğin yerini pozitivizmin alması gerektiğini ileri sürmektedir.
GÜNDÜZ konuşmasında, dinlerin sadece yaygın olan inanç sistemleri, gelenekler ya da teizmle sınırlanamayacağına işaret etti. Örneğin; Hümanizm, Hristiyanlık içinden çıkan, insan hak ve özgürlüklerini vurgulayan bir akım iken 20’nci yüzyılın başlarında hümanizmin bir din olduğunu iddia eden kitaplar yazıldı. Bu, tanrının yerine insanın konulması ve insan merkezli bir dünya algısının sonucudur. Dolayısıyla bu örnek bizlere dinlerin yaygın bir şekilde din diye adlandırılan geleneklerle sınırlanamayacağını göstermektedir.
Her ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın yapılan bütün din bütün tanımlamalarında altı çizilen temel kavram “kutsal”dır. “Kutsal”, dinde anahtar kavramdır. Fakat kutsalı sadece dinle sınırlandırmak doğru değildir. Çünkü o, insan yaşamında merkez oluşturan çok önemli bir olgudur. Nasıl ki farklı inanç sistemlerinin kutsalları varsa; yaşadığımız dünyanın da kendine göre kutsalları vardır. Seküler dünyanın da kendine göre kutsalları vardır. Örneğin; devlet kutsaldır, bir futbol fanatiği için tuttuğu takımla olan ilişkisi kutsal bir ilişkidir. Çünkü onunla kurmuş olduğu zihinsel ve sosyal olarak harekete geçirir. Hatta gerekirse onun için canını bile verebilir.
GÜNDÜZ, konuşmasında “Dinin NE’liği”ni anlamamıza yardımcı olması açısından üç hususun altını çizdi. Her inanç sistemi ve dini gelenek insanlara bir inanç sistemi sunarken bunları, düşüncenin, zihinsel fonksiyonların disipline edilmesi, tavır ve davranışların disiplin altına alınması (ibadet), insanın sosyal çevresiyle olan ilişkilerinin düzenlenmesi (cemaat) üzerinden kurmaktadır.
Bütün dinler insana yönelik olarak, hakikat ve kurtuluş öğretilerini esas alırlar. Hakikati sadece metafizikle sınırlandırılamaz. Dinler, hem geçmişe hem de gündelik hayata yönelik hakikat öğretileri sunmalarının yanında içinde bulunduğumuz hastalık, açlık, kıtlık, yokluk, ölüm, gibi sorunlardan, kötülüklerden kurtuluş öğretisi de sunmaktadırlar. Doğası gereği her insanda benlik algısı ve ötekileştirme algıları vardır. Dinler bu konuda iddia sahibi olduklarından insanlık tarihinde ben ve öteki duygusu din merkezli olarak ortaya çıkmaktadır.
GÜNDÜZ, “Dinin NE’liği”ni açıklarken onun varoluşsal boyutuna dikkati çekerek insanın varoluşsal soru(n)larına karşı dinin sunmuş olduğu çözüm önerilerinin üç ana başlık altında toplanabileceğine işaret etti. Buna göre dinler, insanın varlığına bir anlam kazandırmayı hedefler, insanın kendisine ve çevresine yönelik ontolojik soru ve meraklarını cevaplar, bireysel ve sosyal sorumluluk duygusu kazandırır.
Her din merkezi bir inanç ya da değeri merkeze alarak bütün öğretilerini bu merkez etrafında temellendirirler. Örneğin; Hıristiyanlık teslisi merkeze alırken, İslam, Tevhid esas almaktadır. Tevhidin üç önemli özelliği vardır: Allah’ın mutlak birlik ve tekliğini, Ona hiçbir şeyin ortak koşulmamasını, Yalnızca ona ibadet edilmesi. Bunlar İslam öğretisinin özünü oluşturmaktadır. Bütün dinlerin üzerinde durduğu; ahlaki tutum ve davranışlar, üstün güç ya da güçlere yönelik tanımlamalar, doğal çevreyle ve sosyal çevreyle uyumun esas alınması, hak, adalet, iyilik ve doğruluğa dayalı sosyal ilişkilerin esas alınması gibi değerler vardır. Aynı zamanda öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek, ana-babaya iyi davranmak, iftira atmamak, zina etmemek gibi hususlar bütün dinlerde evrenseldir. Hiçbir dinde bunlar meşru görülmez.
Dinler sosyal yaşama yönelik kapsamı açısından değerlendirildiğinde sosyal yaşama yönelik kapsayıcılık açısından müdahaleci ve müdahaleci olmayan dinler olarak iki kategoriye ayrılabilir. Konuşmasını toplumsal yapı din ve dini kurumlar arasındaki ilişkiden hareketle bitiren GÜNDÜZ, dinin; cemaat olgusu ile toplumsal bilinç kazanmada, mabet merkezli yerleşimde, kültürel ve sanatsal motiflerde ağırlıklı yerinin olduğuna işaret ederek konuşmasını nihayete erdirdi.







DUYURU!


Değerli Arkadaşlar,
İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki (07 Kasım 2012) konuğu İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ'dür. 

Konferansın konusu İnsanın ve Toplumun Şekillenmesinde Dinin Rolü olarak belirlenmiştir. Hocamızın özgeçmişini merak edenler http://ilahiyat.istanbul.edu.tr/?p=5979 uzantılı linkten gerekli bilgilere ulaşabilirler.

İnsanın Psikolojik Sorunlarına Varoluşçu Psikoterapi Açısından Bir Bakış

Bu haftaki insan toplum ve medeniyet daha önceki derslere göre oldukça renkli geçti. İlimiz, Yeşilay Cemiyeti başkanının “Üniversite İlimize Ahlaksızlık Getirdi”  başlıklı basın açıklamasının ulusal yayın organlarında yayımlanmasının öğrencileri ciddi derecede rahatsız etmiştir. Öğrenciler söz konusu basın açıklamasına tepki olarak kendi duygu, düşünce ve hislerini yansıtan cevabi mahiyetteki metin Antropoloji öğrencilerinden Merve ÇELTİKÇİ’nin okumasıyla başladı. Basın mensuplarının da yakından takip ettiği bu açıklama öğrencilerden de büyük alkış aldı.
Daha önceki haftalardan farklı olarak ders, Dr. Mustafa ULUSOY’la birlikte programa İstanbul’dan katılan şair ve editör Mehmed Said AYDIN’ın “Aşmak” isimli şiirini okumasıyla başladı. Ardından konferansa geçildi.
Dr. Mustafa ULUSOY, “İnsanın Psikolojik Sorunlarına Varoluşçu Psikoterapi Açısından Bir Bakış” konulu sunumunda ağırlıklı olarak, insanın kendini değerli hissetmesi, ayrılık, sonsuzluk, varoluşsal işe yararlık, ölüm ve ebediyet temaları üzerinde durdu.
ULUSOY, konuşmasında özet olarak varoluşşal anlamda “İnsanın biricikliğin”den hareketle dikkati çekti. Varoluşun değerinin başkasına atfedilemeyeceği gerçeğini merkeze aldı. “Biz bu dünyada varoluşumuzu kimseye borçlu değiliz.” Varoluşun değerini başkasına atfetmenin ya da transfer etmenin mümkün olmadığına değinen ULUSOY, varoluşun değerini başkasına atfetmenin, ayna gerçekliğinden hareketle “yok oluşa” karşılık geldiğini aynanın parçalanmasıyla resmin yok olması üzerinden verdiği örneklerle açıkladı. Nasıl ki, ayna parçalandığında gerçeklik kaybolmuyorsa ve bu bir yanılsamaysa varoluşun değerini başkasına atfetmekle de bu kaybolmaz. Çünkü “Allah’ın bize verdiği en kıymetli şey kendimizdir.” İnsan, yokluk âleminden varlık âlemine adım attığından sonsuz bir değere sahiptir. İnsan, bir an bile olsun bunu asla unutmamalı. Hayatın başı yoklukla başlar. Doğumla birlikte var oluruz. Varla yok arasındaki matematiksel oran sonsuzdur. Sonsuzdan hangi sayıyı çıkarırsak çıkaralım sonuç sonsuzdur. Var olanla yok olan arasındaki oran da sonsuzdur. Herkesin hayatında mutlaka ama mutlaka bir mahrumiyet alanı vardır ve bu bir şekilde olacaktır.
İnsanın değerli bir varlık olduğunu ve kendisine hayatta değerim nedir?, ben ne işe yarıyorum sorularını sıkça yönelttiğini ifade eden ULUSOY, insanın yeryüzündeki önemini işe yararlık ve işlevsellik üzerinden açıklamaya çalıştı. İnsanın hayatta, “Ben ne işe yarıyorum? sorusunu sıkça kendisine sorduğunu ve yanıt olarak “İşe yaradığımı hissedecek bir şey istiyorum”un peşinde koştuğuna işaret etti. Varoluşsal açıdan bunu  “varoluşşal işe yarama” olarak kavramsallaştırdı. Varoluşsal işe yaramanın ruhsal tatmini besleyen bitmez tükenmez bir kaynak olduğuna işaret etti.
Mutsuzluğu, varoluşşal işe yarama duygusunun dumura uğramasından hareketle açıklayan ULUSOY, günümüzde pek çok insanın yaptığı işten zevk almamasını, kendisini mutsuz hissetmesinin hayata yabancılaşmayla açıklanabileceğinin altını çizdi. Varoluşsal açıdan, “Yaptığım işten hiçbir şey hissetmemenin nedeni, o işi mutlak varlıkla ilişkilendirmemektir. Çünkü mutlak varlık alanı ebedi âlemlere akmaktadır. İnsanın en önemli özelliklerinden birisi ebediyet duygusudur. Yaptığı işe kutsallık atfetmeyen kişi, bunun üzerinden ebediyete akamaz.
İnsanlar niçin intihar ederler? Yokluk hissinden kurtulmak için. Günümüzde iş kolik insanlar görürüz. Yorulmak nedir bilmeden sürekli çalışırlar. Niçin? Çünkü zamanın akışını ellerinde tutarak bir şeyler üretmeyi, dünyada kalıcı bir şeyler bırakarak gitmeyi isterler. Hayatta insanın en büyük korkusu unutulmaktır. Bundan daha dehşetli bir şey yoktur. İnsanlar bunun üstesinden gelmek için sürekli olarak işe yaramak ve geriye işe yarar bir şeyler bırakmak için çalışırlar.
ULUSOY, insanın dünyada varoluşsal olarak dış âlemle ve iç âlemle iki asli görevinin olduğunun altını çizdi. Buna göre; “İnsan, var olarak görünmek istiyor. İnsanın varoluşsal olarak dünyadaki en önemli işi, işe yaraması, Allahlın sıfatlarının şahitliğini yapmasıdır. Örneğin, âşık olmak Allahlın sonsuz isimlerinin tecellisine şahit etmektir.
İnsanın hayatta asli görevi şahitlik etmektir ve bu hakkı kimse elimizden alamaz. Çünkü biz varoluşumuzu kimseye borçlu değiliz. Eğer biz varoluşsal açıdan mutlak bir varlığın tecellisine şahitlik edebiliyorsak bunun üzerinde önemle durmalıyız. Şahitlik dediğimizde mutlak anlamda sadece olumlu şeylere şahitlik etmeyiz. Aynı zamanda negatif duygular da Allahlın farklı isimlerinin tecellisinin deneyimlenmesidir. İnsan hayatında bundan daha muhteşem bir şey düşünemiyorum. Bunu ancak insan deneyimleyebilir. Bu başlı başına muhteşem bir şeydir. Kâinatın en önemli işi şahitlik yapmak, mutlak varlık alanına şahitlik etmektir. Bu bizi sonsuzluk âlemine götür, ebediyete taşır. 







DUYURU!


İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki (31 Ekim 2012) konuğu
Psikiyatri Uzmanı Dr. Mustafa ULUSOY. Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar http://www.mustafaulusoy.com/ uzantılı link üzerinden gerekli bilgilere ulaşabilirler.


Konferansın konusu
İnsanın Psikolojik Sorunlarına Varoluşçu Psikoterapi Açısından Bir Bakış  

DERSİ ALTTAN ALAN veya DERSİ ÇAKIŞAN ARKADAŞLARIN DİKKATİNE!

Bu dersi alttan alan veya dersleri çakıştığı için devam edemeyen arkadaşlar diğer derslerde olduğu gibi klasik usül vize ve final haftalarında sınava tabi tutulacaklardır. İlgili arkadaşlar okuma metinlerini 31 Ekim 2012 tarihinden itibaren Uçar Kırtasiye'den temin edebilirler.

Eşitliğin Neresindeyiz?


"İnsan, Toplum ve Medeniyet" dersinin bu haftaki konuğu Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Cindoğlu, sunumunda, Eşitliğin Neresindeyiz? sorusundan hareketle kamusal ve özel alanda toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında kadının erkekle eşit bir birey mi yoksa ailenin bir parçası mı olduğu sorusunu merkeze aldı. Prof. Dr. Cindoğlu; toplumumuzda kadının ailenin temel parçası olarak düşünüldüğünü, bunun, “Yuvayı dişi kuş yapar” gibi söylemler üzerinden kadının toplumsal yerinin evle konumlandırılarak sınırlandırılma yoluna gidildiğini ve bunun kadını geleneksel cinsiyet rolleriyle sınırlandırılmış bir dünyada yaşamaya karşılık geldiğini belirtti.
Cindoğlu, bunun sosyal psikolojinin temel kavramlarından “bilişsel çelişki” durumuna karşılık geldiğinin altını çizerek bireyin sürekli olarak bilişsel çelişki durumunun süreç içerisinde kültürel rol kalıplarının içselleştirilmesiyle meşrulaştırıldığını ifade etti. Kadının yerinin evle sınırlandırılmış olması onun, “modern devletin koruma mekanizmalarına erişimini engellemektedir.” Kamusal alana eşit düzeyde katılım noktasında kadın ve erkeklerin durumunu karşılaştırdığımızda pek çok açıdan kadınların erkeklerle eşit düzeyde olmadığını ve bunun üzerinden başta şiddet olmak üzere kadınların pek çok noktada ciddi mağduriyetler yaşadığına dikkat çekti.
Prof. Cindoğlu, burada üzerinde düşünülmesi gereken temel sorunun “şiddetin sebeplerini değil, süreçlerini ve sonuçlarını düşünmemiz" ve bu durumun aşılması için, modern devlet vurgusu olan, kadın erkek eşitliğini esas alan, kadının birey olduğunu vurgulayan yeni söylemlerin geliştirilmesi" gerektiğini vurguladı.   
 





DUYURU !




İnsan, Toplum ve Medeniyet Dersi'nin bu haftaki (17 Ekim 2012) konuğu üniversitemiz Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek CİNDOĞLU. Hocamızın özgeçmişini merak eden arkadaşlar http://scholar.google.com.tr/citations?user=az_hMW0AAAAJ&hl=tr uzantılı link üzerinden gerekli bilgilere ulaşabilirler.

Konferansın konusu
Kadın ya da Erkek Olmak: Eşitsizliğin Neresindeyiz?