İnsan ve Toplumun Şekillenmesinde Dinin Rolü


Prof. Dr. Şinasi GÜNDÜZ, “İnsan ve Toplumun Şekillenmesinde Dinin Rolü” konulu konuşmasına “din kavramıyla neyi kastediyoruz?” ya da “dini nasıl tanımlıyoruz?” gibi bir diziyle soruyla başladığı konuşmasına; insan-din ilişkisi, din-toplum ilişkisi ve gündelik hayatta dinin ne’liği gibi konu başlıkları üzerinden giderek genel olarak din olgusu üzerinde durdu. Konuşmasında özet olarak şunlardan bahsetti: Din, yaşamımızın bir gerçeği olup muhatabı insandır. Geçmişten günümüze din konusunda yapılan tanımlamalarda büyük bir çeşitliliğin olduğu görülmektedir. Bu ağırlıklı olarak kültürel yapılardan ve ideolojik duruşlardan beslenmektedir. Biz, insanların dinden ne anladığı ya da din denildiğinde ne anlaşıldığından hareketle dini tanımlamaya yönelik yapılan çalışmaları; mantıkçı pozitivizme dayalı algılamalar, antropolojik din okumaları (evrimci bir algılayış), kapsayıcı olmayan sınırlı din tanımları gibi üç başlık altında toplayabiliriz. Örneğin; antropolojik anlayış dinin, insan tarafından üretilen, kurgulanan bir anlayış olduğunu ve sürekli değişerek evrildiğini ileri sürerken, pozitivist anlayış, kaygıların mitolojik algılar ürettiğini ve bunun zamanla din anlayışına dönüştüğünü, son merhalede bir süzülmenin yaşandığını, modern dönemde metafiziğin yerini pozitivizmin alması gerektiğini ileri sürmektedir.
GÜNDÜZ konuşmasında, dinlerin sadece yaygın olan inanç sistemleri, gelenekler ya da teizmle sınırlanamayacağına işaret etti. Örneğin; Hümanizm, Hristiyanlık içinden çıkan, insan hak ve özgürlüklerini vurgulayan bir akım iken 20’nci yüzyılın başlarında hümanizmin bir din olduğunu iddia eden kitaplar yazıldı. Bu, tanrının yerine insanın konulması ve insan merkezli bir dünya algısının sonucudur. Dolayısıyla bu örnek bizlere dinlerin yaygın bir şekilde din diye adlandırılan geleneklerle sınırlanamayacağını göstermektedir.
Her ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın yapılan bütün din bütün tanımlamalarında altı çizilen temel kavram “kutsal”dır. “Kutsal”, dinde anahtar kavramdır. Fakat kutsalı sadece dinle sınırlandırmak doğru değildir. Çünkü o, insan yaşamında merkez oluşturan çok önemli bir olgudur. Nasıl ki farklı inanç sistemlerinin kutsalları varsa; yaşadığımız dünyanın da kendine göre kutsalları vardır. Seküler dünyanın da kendine göre kutsalları vardır. Örneğin; devlet kutsaldır, bir futbol fanatiği için tuttuğu takımla olan ilişkisi kutsal bir ilişkidir. Çünkü onunla kurmuş olduğu zihinsel ve sosyal olarak harekete geçirir. Hatta gerekirse onun için canını bile verebilir.
GÜNDÜZ, konuşmasında “Dinin NE’liği”ni anlamamıza yardımcı olması açısından üç hususun altını çizdi. Her inanç sistemi ve dini gelenek insanlara bir inanç sistemi sunarken bunları, düşüncenin, zihinsel fonksiyonların disipline edilmesi, tavır ve davranışların disiplin altına alınması (ibadet), insanın sosyal çevresiyle olan ilişkilerinin düzenlenmesi (cemaat) üzerinden kurmaktadır.
Bütün dinler insana yönelik olarak, hakikat ve kurtuluş öğretilerini esas alırlar. Hakikati sadece metafizikle sınırlandırılamaz. Dinler, hem geçmişe hem de gündelik hayata yönelik hakikat öğretileri sunmalarının yanında içinde bulunduğumuz hastalık, açlık, kıtlık, yokluk, ölüm, gibi sorunlardan, kötülüklerden kurtuluş öğretisi de sunmaktadırlar. Doğası gereği her insanda benlik algısı ve ötekileştirme algıları vardır. Dinler bu konuda iddia sahibi olduklarından insanlık tarihinde ben ve öteki duygusu din merkezli olarak ortaya çıkmaktadır.
GÜNDÜZ, “Dinin NE’liği”ni açıklarken onun varoluşsal boyutuna dikkati çekerek insanın varoluşsal soru(n)larına karşı dinin sunmuş olduğu çözüm önerilerinin üç ana başlık altında toplanabileceğine işaret etti. Buna göre dinler, insanın varlığına bir anlam kazandırmayı hedefler, insanın kendisine ve çevresine yönelik ontolojik soru ve meraklarını cevaplar, bireysel ve sosyal sorumluluk duygusu kazandırır.
Her din merkezi bir inanç ya da değeri merkeze alarak bütün öğretilerini bu merkez etrafında temellendirirler. Örneğin; Hıristiyanlık teslisi merkeze alırken, İslam, Tevhid esas almaktadır. Tevhidin üç önemli özelliği vardır: Allah’ın mutlak birlik ve tekliğini, Ona hiçbir şeyin ortak koşulmamasını, Yalnızca ona ibadet edilmesi. Bunlar İslam öğretisinin özünü oluşturmaktadır. Bütün dinlerin üzerinde durduğu; ahlaki tutum ve davranışlar, üstün güç ya da güçlere yönelik tanımlamalar, doğal çevreyle ve sosyal çevreyle uyumun esas alınması, hak, adalet, iyilik ve doğruluğa dayalı sosyal ilişkilerin esas alınması gibi değerler vardır. Aynı zamanda öldürmemek, çalmamak, yalan söylememek, ana-babaya iyi davranmak, iftira atmamak, zina etmemek gibi hususlar bütün dinlerde evrenseldir. Hiçbir dinde bunlar meşru görülmez.
Dinler sosyal yaşama yönelik kapsamı açısından değerlendirildiğinde sosyal yaşama yönelik kapsayıcılık açısından müdahaleci ve müdahaleci olmayan dinler olarak iki kategoriye ayrılabilir. Konuşmasını toplumsal yapı din ve dini kurumlar arasındaki ilişkiden hareketle bitiren GÜNDÜZ, dinin; cemaat olgusu ile toplumsal bilinç kazanmada, mabet merkezli yerleşimde, kültürel ve sanatsal motiflerde ağırlıklı yerinin olduğuna işaret ederek konuşmasını nihayete erdirdi.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder